Açıklama
Birlikte Yaşamanın Yolları
Kahverengi süet kanepemizde kahverengi, koyuca bir leke vardı. Elimle yana ittirdiğimde neredeyse görünmez oluyordu. Gözlerimi kısarsam orada olduğunu unutabilirdim ama sonra, aksi yöne ittirdiğimde yine belirirdi, anımsadığımdan da koyu halde, sanki onu yeni beslemişim gibi.
Leke hakkında herkesin farklı bir hikâyesi vardı. Bebekken, banyodan sonra annemin beni sarıp sarmaladığı havlulardan kurtulup oraya işediğimi söylerdi Simone. “Doğruca gittin, kanepenin kolçağına tırmanıp ayağa kalktın, bir santimlik pipini tuttun ve nişan aldın,” diyordu. “Ben şahidim, Aurore ve Jeremie de öyle. Nereden estiğini anlayamadık Dory. Sanki görev üzerindeydin.”


Aslında anlatılanlar bana hiç uymuyordu. Bir kere, bunun için almış olmam gereken kararların tümü (oturma odasının soğuk parkeleri üzerinde çırılçıplak, hem de yalınayak koşmak, herkesin önünde pipimi tutmak, kanepeye işemek) annemin kurallarını çiğnediğim anlamına geliyordu. Bir de Simone’un sözcük tercihleri vardı tabii: doğruca gitmişim, nişan almışım, görev üzerindeymişim. Onun hikâyesi inanması en güç olanıydı. Aurore ve Jeremie de destek çıkmazdı zaten anlattıklarına.
Lekeyle ilgili diğer hikâyeler abla ve abilerimi sırasıyla itham ederdi: kahve lekesi (Berenice), oje (Aurore), sperm (Jeremie), domates sosu (Leonard), muhtelif (Simone). Her ne ise annemin kanepeyi uygun olmayan bir temizlik malzemesiyle temizleme çabaları sonucunda daha da beter olmuştu. Aslında hikâyelerden biri de başlangıçta leke falan olmadığı, temizlik hırsına kapılan annemizin kanepeye yepyeni bir parlaklık kazandırma arzusuyla yanlış bir şeyler sıkıp döşemeyi berbat ettiği varsayımına dayanıyordu.
Kanepedeki leke içime dert oluyordu. Olup biteni fark eden sadece benmişim gibi hissettiriyordu beni, umursayan sadece benmişim gibi. “Lekeyi neden kafana takıyorsun?” diye sormuştu annem bir keresinde, fakat ben, benden başka kimsenin onu kafaya takmamasını anlayamıyordum.
Ailemi seviyordum sanırım. Başka aile tanımamama ve tam manasıyla emin olamamama rağmen onlar iyi, düzgün insanlardı. Yine de şuursuzlardı biraz. Kendi zihinlerinde kaybolup giderlerdi. Başkalarının farkında değillerdi – aile dışından hiç kimsenin farkında değillerdi, hatta bazen benim bile.
Anlatılan hikâyeler lekenin en az dokuz yıllık olduğunda birleşiyordu. Lekeli bir kanepeyle yaşamak için uzun bir süreydi bu bence. Fakir değildik.