Açıklama
Naif. Süper
İki arkadaşım var. Biri iyi, biri kötü. Bir de abim var. O, benim kadar sevimli olmasa da idare eder.
Abim seyahate çıktığı için dairesinde ben kalıyorum. Güzel bir daire bu. Abimin epeyce parası var. Neyle uğraştığını Tanrı bilir. İlgilendim diyemem. Bir şeyler satıyor ya da alıyor. Şimdi de uzakta, seyahat ediyor. Nereye gideceğini söylemişti. Bir yerlere yazdım. Afrika olabilir.
Bir faks numarası verdi ve gelen mektuplarla mesajları ona yollamamı tembihledi. Bana düşen ufak görev de bu. Basit, kolayca altından kalkabileceğim bir şey.
Buna karşılık onun evinde kalabiliyorum.
Minnettarım.
Tam da ihtiyacım olan şey.
Kafayı dinlemek için biraz zaman.
Yaşamım son zamanlarda azıcık tuhaflaştı. Her şeye karşı ilgimi kaybettiğim bir noktaya vardı.
Yirmi beşimi doldurdum. Birkaç hafta önce.
Ben ve abim, anne ve babamızın evinde akşam yemeği yedik. Yemek iyiydi. Pasta da. Havadan sudan konuştuk. Sporla, herhangi bir spor dalıyla şöyle enine boyuna uğraşma konusunda beni dürtüklemedikleri için annemle babama çıkışarak kendimi şaşırttım.
Çok anlamsızdı.


Aptalca şeyler söyledim. Neymiş efendim, günün birinde profesyonel olabilirmişim. Bir başarı eğrim olurmuş, tabii param da. Sık sık seyahat edebilirmişim, falan filan. Bir baltaya sap olamamamın, yaşamımın amaçsızlığının onların suçu olduğunu söyleyerek ayıp ettim.
Sonradan özür diledim.
Ama devamı geldi.
O akşam abim ve ben kroket oynadık. Çok sık yaptığımız bir şey değil bu. Eski kroket takımı depoda çürümüştü. Yenisini bulmak için bir sürü benzin istasyonu dolaştık. Abim parayı kredi kartlarından biriyle ödedi. Sonra annemle babamın bahçesinde mesafeleri adımladık, çubukları ve çemberleri toprağa sapladık. Ben kırmızıyı seçtim, abim maviyi. Küçükken de seçtiğimiz renkler bunlar mıydı bilmiyorum. Hatırlamıyorum.
Oynamaya başladık ve aradan epey zaman geçti. İlk çemberleri çabucak geçtim. Ekstradan bir vuruş kazandım ve devam ettim. Önde gidiyordum. Abimin çoktan önüne geçmiştim, kırmızı topumu bir ağacın arkasına atıp yere yattım ve onu beklemeye koyuldum, bu arada gülüp dalga geçtim. Sonra şişinmeye başladım.
Abim çalılara doğru bakmaya başladığında oyun eğlenceli olmaktan çıkmıştı bile.
Aklından neler geçtiğini biliyordum.
Şimdi buna hiç gerek yok, dedim.
Onun umurunda olmayacağını da biliyordum. Sağ ayağını kendi topunun üstüne yerleştirip vuruşuyla en fazla zarar kaydedebileceği yönü tayin etti. Uzun uzun durdu ve bahçenin eteklerini hedef aldı. Bahçenin sınırını, çimenin bitip yosunun başladığı yeri. Birkaç kez dikkatlice vuruş provası yaptı. En güçlü vuruşu yapmak ve kendi ayağına vurma rezilliğini yaşamamak için. Benim topumu büyük çalının içine attı. Çalının ta içine fırlattı kırmızı topu. Çalının göbeğine. Hiç güneş ışığı girmeyen yere.
Harika bir vuruştu doğrusu. Hakkını yiyemem. Hiç şüphesiz ben de aynısını yapabilirdim. Ama gösterdiğim tepki… Beni asıl şaşırtan o oldu.
Planım başından beri son derece basit ve kurnazcaydı. Finişe yakın bir yerde ağırdan alacak, sanki dalga geçiyormuş gibi davranacaktım, sonra da onun topunu öyle bir uzağa atacaktım ki bunun mümkün olabileceğine inanmayacaktı. Eğer kaçıracak olursam benim için hava hoştu çünkü o daha turunu tamamlamamıştı. Eğer tutturursam, saatte yüzlerce kilometre hızla bir vuruş yapıp onu yenecek, en âlâsı da bir kez daha oynamayı teklif ettiğinde hayır diyecektim.
Hepsini unutabilirdim şimdi.