Son dönem romancıları arasından bazı isimler, yazdıklarıyla gündemi de yakalamayı başarıyorlar. Özellikle Türkçeye tercüme edilen nitelikli romanlarda bu hassasiyeti görmek sevindirici... Şunu kabul edelim; ülkemiz bir tercüme roman cenneti. Türkçe telif eserler gittikçe artıyor, yeni yayınevleri açılıyor. Bazı yayınevleri de yaptıkları niş işlerle göz dolduruyor. Sabitfikir'in geçtiğimiz sayılarından birinde yeni yeni konuşulan 'butik yayınevi' kavramını masaya yatırmıştık. Adı sanı bilinen, görece büyük yayınevlerine göre daha 'küçük' girişimlerle yola çıkan yayınevleri bunlar. Bazısı bir iki ayda bir kitap yayınlarken, bazısı da senede sadece beş kitap yayımlamayı tercih ediyor. Ama ayda bir kitap yayımlasalar da, yayımladıkları eserler, çevirisinden kapak tasarımına getirdikleri yeniliklerle konuşuluyor, okurun ilgisini çekiyor.
Siren Yayınevi bir süredir izlediğim yayınevlerinden biri. Yayımladıkları eserler tercüme roman ve öykü türlerinde yoğunlaşıyor. Bazı yazarlarla tanışmamıza vesile oluyorlar böylece. Mesela imzasını daha önce hiç duymadığım Tea Obreht ile Siren sayesinde tanışmıştım. Obreht'in Kaplanın Karısı isimli romanını okuduğumda epey şaşırdığımı hatırlıyorum. Çünkü karşımda büyülü gerçekliği Balkanların havasına yedirip bambaşka bir ses yakalayan bir romancı vardı. Siren'in en büyük tutkusu da, gördüğüm kadarıyla yeni romancılara yönelmesi. Yine Siren sayesinde tanıştığım Valeria Luiselli de genç bir yazar, 1983 Meksika doğumlu. Luiselli ile tanışmam Kalabalıkta Yüzler adlı kitabıyla oldu. Doğrusu imzasını hiç tanımıyordum, fakat kitabın adını görür görmez dikkatimi çekti. Her okur sanırım benim gibi imzasını daha önce duymadığı bazı yazarlara sırf kitabının adından dolayı bir şans tanıyordur. Luiselli şaşırtmamıştı beni. Okur okumaz, karşımda yepyeni bir yazar olduğunu fark etmiştim. Sonra da o delişmen, o firari kitabı Dişlerimin Hikâyesi'ni okudum. Bu kitabın adı da ister istemez İsmet Özel'in meşhur şiirini çağrıştırıyor: "Dişlerimiz Arasındaki Ceset".
Luiselli yeni bir romancı, evet. Yeniliği diğer bazı meşhur yazarlara göre yaşının daha genç olmasından kaynaklanmıyor; seçtiği konular, işlediği meseleler, kafa yorduğu ayrıntılar bakımından da yenilikçi bir yazar. Zaten artık yeni romancılardan da biçim yenilikleri beklemiyoruz. Roman türü olgunluk çağını yaşıyor 21. yüzyılda. Luiselli de bunun farkında.
Yeni kitabı Kayıp Çocuk Arşivi'nde üç ayrı hikâye anlatıyor Luiselli. Evlilik, çocuk sahibi olmak ve mültecilik... İlişkiler üzerinden düşünmeye başlayıp, çocukları hakkındaki yargılarını hatta önyargılarını gözden geçiriyor. Birçok iyi romancının yaptığı gibi kendine ait "küçük" meseleler üzerinden düşünmeye başlayıp, konuyu daha yoğun, daha önemli ve hatta daha büyük bir meseleye getiriyor. Özellikle son yıllarda çok konuştuğumuz mülteciliğe duyarsız kalmıyor Luiselli. Günceli yakalamayı başaran bir romancı çünkü... Trump'ın Amerika'daki mültecilerle ilgili politikaları, Meksika sınırına duvar inşa etme inadı romanın merkezine oturuyor.
Amerika'nın doğusundan batısına doğru bir yol hikâyesi aynı zamanda Kayıp Çocuk Arşivi. Akla hemen Yolda ve Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı'nı getiriyor. Karı koca ve iki çocuğu enteresan bir maceraya atılıyorlar. Amerika'nın 'beyazlar' tarafından işgal edildiği dönemin seslerini Kızılderililer üzerinden yakalamaya çalışmak için ses envanterleri oluşturan belgeci ve belgeselci bir çift, çocuklarını da yanlarına alarak sınıra doğru seyahat ediyorlar. Kadın, yani hikâyeyi bize anlatan Luiselli'nin kendisi, Meksika sınırını geçtikten sonra başlarına ne geldiği belli olmayan iki kayıp göçmen kızın, adam ise Apaçilerin ruhlarının halen gezindiği topraklardaki yankıları kaydetmenin peşinde. Issız moteller, izbe barlar ve Amerika'nın tekinsiz coğrafyası arasında gittikçe birbirine giren hikâye, sadece bir yol hikâyesi olmaktan çıkıp, çiftin ve çocukların birbirlerini yeniden anlama, hatta kendi geleceklerine karar verme hikâyesine dönüşüyor. Bir arayışın peşinde kendi kayıplarını hesaba katmaya başlıyorlar. Yitik sesleri kaydederken, kendilerine yeni bir rota çizip çizemeyeceklerini de düşünüyorlar.
Roman boyunca bize başka kitaplar, başka yazarlar; izler ve sesler de eşlik ediyor. Luiselli'nin sürükleyici ve renkli dili sayesinde metinden hiç kopamıyoruz: "Başkasının kelimeleri bilincimize sirayet ettiği zaman küçük, kavramsal ışık lekelerine dönüşüyorlar. İlla aydınlatıcı olmaları gerekmiyor. Karanlık bir koridorda çakılan bir kibrit, gece yarısı yatakta içilen sigaranın yanan ucu, sönmek üzere olan bir şöminenin izleri: Bunların hiçbirinin başka hiçbir şeyi ortaya çıkaracak ışığı yoktur. Başkalarının kelimelerinin de öyle. Ama bazen ufacık bir ışık karanlığın, kendisini çevreleyen meçhul uzamın, bildiğimizi zannettiğimiz her şeyi bürüyen devasa cehaletin farkına varmanızı sağlayabiliyor."
Valeria Luiselli bizi bir yolculuğa çağırıyor. Her yolculuk gibi yolun sonunda kendimize dönüp hayatta kalmak için ödediğimiz bedelleri de gözden geçirmemizi sağlıyor.
-Mustafa Akar, Sabah Kitap